ROMANDAN TİYATRO SAHNESİNE "ALİ İLE RAMAZAN"IN HİKAYESİ
Perihan Maden’in 2010 yılında yayımlanan “Ali ile Ramazan”
adlı romanı Stüdio 4 grubu tarafından aynı adla sahneye uyarlandı. “Ali ile
Ramazan” 21 Ekim günü prömiyerini yaptı ve Aralık ayının sonuna kadar da
gösterimlerine garajistanbul’da devam edecek. Perihan Mağden’in 1990’larda
İstanbul’da yaşanan ve bir gazetenin 3.sayfa haberinden yola çıkarak yazdığı Ali
ile Ramazan, iki eşcinsel gencin aşklarını, yaşamlarını ve ölümlerini konu
alıyor. Romanı tiyatroya uyarlayanlar oyunun yönetmenliğini de üstlenen Onur
Karaoğlu ve oyunda Rüzgar karakterini canlandıran İbrahim Halaçoğlu. Diğer oyun
karakterlerine ise Nadir
Sönmez, Fatih Gençkal, Gülen Karaman, Metin Göksel hayat veriyor. Gelelim oyuna, romanı okumamış biri olarak
romanı okumuş ve ondan çok etkilenmiş olan arkadaşlarla beraber gittim oyuna.
Bu anlamda aslında kendimi şanslı da hissettim. Çünkü genelde okunurken çok
beğenilen ve kişinin kendi düş dünyasında çok farklı canlandırdığı bir
romandaki olay örgüsü ve karakterler bir başkasının düş dünyasında sizinkiyle
ortaklaşmıyorsa hayal kırıklığı yaratabiliyor. Sinemada çok rastlanan bu durum,
anlatım olanakları sınırlı olan tiyatroda daha da büyük bir hayal kırıklığına
neden olabiliyor.
Seyirci oturma düzenini ve oyunun sergileneceği sahneyi
görünce yine zorlanarak bir oyun izleyeceğimi anladım. Son dönemlerde özellikle
alternatif gruplar tarafından tercih edilen klasik İtalyan tarzı sahne algısını
yıkan oyun sergileme arayışları bazı oyunlar için çok iyi kullanılabilinirken bazılarında
ise eğer iyi kurulamadıysa oyun izlemeyi işkenceye dönüştürebiliyor. Oyuncuyu
görmekte, takip etmekte, oyuncunun sesini duymakta zorlanıyorsun. Keza bu
oyunda da aynı durumu yaşadım.
Oyuncular sahnede beklerken seyirciler yerini aldılar. Öncelikle
sahne boyunca kurulmuş ve videoların yansıtılacağı beyaz poşetlerden
oluşturulmuş perde ilgi çekiciydi. Dekor tasarımcısının kullandığı beyaz
poşetler oyun boyunca oyuncular tarafından da kimi zaman para, kimi zaman tiner
poşeti olarak kullanıldı. Beyaz poşet imgesinin burada değersiz kabul edilen yaşamlara
bir gönderme olabileceğini düşündüm ya da parayı değersizleştirme imgesi de olabilir.
Sahnede poşetler dışında kablo, döşek, yastık, inşaat iskelesi, çalışma masası, sandalye ve aynadan(orada niçin
olduğunu anlamadığım bir nesne, oyun boyunca doğru dürüst kullanılmadı bile) oluşan
çok fazla bir düzen gözetilmeden yerleştirilmiş nesneler vardı.
Oyun Ali ile Ramazan hikayesi üzerine kurulmuş olsa da araya
onlarla benzer hikayeleri yaşamış olan günümüz karakterleri de sıkıştırılmıştı.
Ali ile Ramazan 90’lı yıllarda yaşamış ve bir yetimhanede tanışarak
birbirlerini sevmiş, hayatın tek temiz yönünü birbirlerinde bulmuş ve her
trajik sonda olduğu gibi ölümle ayrılmış iki genç. Bu romanı okuyup iki gencin belgeselini
çekmek isteyen eşcinsel genç Rüzgar’ın, kendini annesine kabul ettirme istemi, romanı
derste anlatan eşcinsel edebiyat profesörünün Rüzgar’ın annesiyle üniversiteden
arkadaşlığı, Rüzgar’ın ölümü ile iki arkadaşın yeniden buluşmaları… Yani oyunda
tüm yaşamlar birbirine bir şekilde temas ediyor, iç içe geçiyor. Sinema
filmlerinde çokça kullanılan bu kurgulama tarzının tiyatroda gerçekleştirilmiş
olması büyük başarı. Ama keşke bu başarı durumu, hikayelerin aktarımındaki
sıcaklığa da yansısaydı diyor insan. Rüzgar’ın hikayesi, annesi ile olan
ilişkileri vasat bir şekilde verilmiş. Özellikle üniversite hocasının roman üzerinden
anlattığı ders oyunun gittikçe sıkıcılaşmasına neden oluyor. Uyarlayan ekibin
Ali ile Ramazan’ı günümüzdeki diğer benzer hikayelerle beraber anlatma çabası
bir iyi niyet olabilir ama seyirciyi yakalayamaması, oyunu sıkıcılaştırması bu
iyi niyetin önüne geçiyor. Ali ile Ramazan’ın hikayesini bekliyorsun
sabırsızlıkla ve onları canlandıran iki genç oyuncunun enerjisini görmek
istiyorsun oyun boyunca. Ama araya giren diğer hikayelerle oyundan kopuyorsun. Romandaki
kurgu, yani hikayenin sonunu verip sonra başa dönme ve sürekli tekrarlarla
gidip gelmeler oyunda da korunmuş ama kimi zaman tekrarlar çok fazla geliyor. Son
sahnede Ramazan ve Ali’nin ölümlerinin uzun süreli bir tekrarının yapılması ise
oldukça iyi, aynı trajik sonun başkaları tarafından da yaşandığı duygusunu
veriyor seyirciye. Ancak ikili arasındaki aşk yeterince verilmemiş. Bunun
yönetmenin tercihi olduğunu düşünüyorum. Yine de cesaretli bir şekilde konan
öpüşme ve karşılıklı soyunma sahneleri kadar aşk duygusunun da cesaretli bir
şekilde verilmesi gerekiyordu. Ne oyuncuların birbirlerine olan bakışlarında ne
de birbirleriyle olan diyaloglarında bu duygu yoktu. İlişkileri kimi zaman
birbiri ile sürekli el kol şakaları yapan ergen iki gencin davranışlarına dönüşüyordu.
Ama yine de Fatih Gençkal ve Nadir Sönmez’in oyunculukları iyiydi, sahne
kullanımından kaynaklı yer yer sadece sırtlarını görebildiğimiz, dolayısıyla
seslerini duyamadığımızı saymazsak tabi. Anneyi oynayan Gülen Karaman’ın ve
profesörü oynayan Metin Göksel’in oyunculuklarını ise bu oyunda doğallıktan
uzak buldum. Rüzgar karakteri ise çok fazla oturmamış bir karakter olarak
duruyordu oyunda.
Oyun LGBTT bireylerine bolca selam gönderiyor olsa da, onlardaki
o yaşama sevincine, eğlenceli karakterlerine, hayatı ti’ye alan yönlerine
dokunamıyor. Yaşadıkları zorlukları, trajedileri elbette yansıtıyor ama yaşayan
yönlerini es geçiyor. Oysaki ben geçen ay Roma parkında tanıştığım 16-17 yaşlarında
olan üç eşcinsel gencin hayat dolu enerjilerini görmek isterdim bu oyunda. Oyundaki
bir diğer problemli nokta ise gençlerin aşkları, sevgileri gayet masum bir
şekilde verilmişken, yaşı ilerlemiş olan eşcinsellerin, genç erkekleri para ile
ayartan çapkın yaşlılar olarak verilmesiydi. Velhasıl oyun, poşet perdeye
yansıyan görüntüde Rüzgar’ın “Ali ile Ramazan”
romanının son bölümünü okuması ile son buluyor. Seyirci oyundan kalan dağılmış
bir dekorun içinden geçerek olay mahalinden uzaklaşıyor. Yerde Perihan Mağden’nin
kitabı Ali ile Ramazan, aklımda biran
önce bu romanı okuma istemi ile oyundan çıkıyorum.
Güler İnce
03 Kasım 2013
Görseller için bkz:http://www.biletix.com/etkinlik/PTYUK/ISTANBUL/tr