VİCDANA YÜKLENEN "16 TON"
Şimdilerde kimileri
insanın çamurdan yapıldığını söylüyor.
Oysa fakir bir insan kas ve kandan
kas ve kandan, deri ve kemikten
eksik bir akıl ve sağlam bir sırttan ibaret.
On altı ton yükledin de eline ne geçti?
Bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
Aziz Peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına.
Günün ışımadığı bir sabah doğdum ben.
Küreğimi kapıp madenin yolunu tuttum.
Dokuz numaralı ocaktan
on altı ton kömür çıkardığımda
patronun köpeği “ruhum şad olsun” dedi.
On altı ton yükledin de eline ne geçti?
Bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
Aziz Peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına.
Doğduğum sabah yağmur çiseliyordu.
Kavga ve belâ göbek adımdı.
En dipte, bir anne kucağında büyüdüm.
İtin tekiydim ama bir kuzu kadar da asildim.
On altı ton yükledin de eline ne geçti?
Bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
Aziz Peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına.
Geldiğimi görürsen kenara çekil.
Çekilmeyenlerin çoğu geberip gitti.
Bendeki yumruk demirden çelikten.
Hakkını almazsan başkaları alır bunu bil.
On altı ton yükledin de eline ne geçti?
Bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
Aziz Peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına
insanın çamurdan yapıldığını söylüyor.
Oysa fakir bir insan kas ve kandan
kas ve kandan, deri ve kemikten
eksik bir akıl ve sağlam bir sırttan ibaret.
On altı ton yükledin de eline ne geçti?
Bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
Aziz Peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına.
Günün ışımadığı bir sabah doğdum ben.
Küreğimi kapıp madenin yolunu tuttum.
Dokuz numaralı ocaktan
on altı ton kömür çıkardığımda
patronun köpeği “ruhum şad olsun” dedi.
On altı ton yükledin de eline ne geçti?
Bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
Aziz Peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına.
Doğduğum sabah yağmur çiseliyordu.
Kavga ve belâ göbek adımdı.
En dipte, bir anne kucağında büyüdüm.
İtin tekiydim ama bir kuzu kadar da asildim.
On altı ton yükledin de eline ne geçti?
Bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
Aziz Peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına.
Geldiğimi görürsen kenara çekil.
Çekilmeyenlerin çoğu geberip gitti.
Bendeki yumruk demirden çelikten.
Hakkını almazsan başkaları alır bunu bil.
On altı ton yükledin de eline ne geçti?
Bir gün daha yaşlandın, biraz daha borçlandın.
Aziz Peter, çağırma beni, gelemem,
zira borçlandım ruhumu şirketin satış mağazasına
Yukarıda sözlerini okuduğunuz şarkıyı kendisi de bir madenci
çocuğu olan Kentucky’li müzisyen Merle Travis 1946’da yapmış. İlk defa Soma
maden faciasından birkaç gün sonra kanaldan kanala haber takibi yaptığım sırada
Hayat Tv’de karşılaştığım Ümit Kıvanç yapımı harika belgeselin adını da aldığı
bir şarkı “16 TON”. İzledikten sonra nasıl bu belgeselden ve bu şarkıdan bugüne
kadar haberim olmadı deyip kendi kendime kızdım. Ama aslında haberimizin
olmadığı ya da aslında çok da ilgilenmediğimiz konular belgeseller ya da
şarkılar değil de madenciler, işçiler ya da onların yaşadıkları değil mi? Hepimizin
gündemine ve vicdanına o korkunç gün ve o korkunç sayı ile düştüler. 301 ya da kim
bilir belki de daha fazlası… 13 Mayıs’a kadar -aslında 14 Mayıs demeliyiz çünkü
olayın vehametini uzaktakiler olarak bizler ancak ertesi gün fark ettik-hiç birimizin
ilgi alanında değillerdi. Ama Ümit Kıvanç’ın gündemindelermiş ki böylesi bir
belgesel ortaya koymuş. Belgeseli izlerken iç burkulmam artarken, 16 Ton
şarkısını dinleyerek biraz rahatladığımı, o korkunç duygudan birazcık olsun
sıyrıldığımı itiraf etmeliyim. Çünkü belgeselin çeşitli bölümlerinde bu
şarkının çeşitli versiyonları da yer alıyor. Eğlencelik ritmini bir kenara
bırakıp sözlerini daha dikkatli dinlemeye başladığımda ve İngilizcemin
yetmediği yerde de internetten açıp şarkı sözlerine baktığımda ritmin
arkasındaki sözlerle katmerleşti hissettiklerimin ağırlığı, 16 ton yüklendi
vicdanıma.
16 Ton şarkısının tarihini, insanlık tarihi (daha doğrusu
insanlıktan soyutlanma tarihi diyelim) içerisinde dünya madencilik tarihiyle
ele alıyor Ümit Kıvanç. Yine Türkiye’de Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi madencilik
alanında yapılan atılımları(!)da ele alıyor. Aslında hiçbir şeyin
değişmediğini, gittikçe katmerleşen sömürü düzeninin kaba görünümünden örtülü
görünümüne nasıl geçtiğini bu belgeselle birlikte bir kez daha görüyoruz. Harcama
özgürlüğünün borçlanma özgürlüğüne evrildiği bu sistem, birilerinin daha fazla
kazanma özgürlüğü için birilerinin köle olması zorunluluğunu getiriyor. Tıpkı
belgeselde dile getirdiği gibi Ümit Kıvanç’ın “eziyeti birileri çekti, yeniçağlara
başkaları ulaştı”. Bundandır Başbakan’ın Soma faciası ardından yaptığı ilk
açıklamada ölüm bu işin fıtratında var demesi ve 19.yy İngiltere’sindeki maden
kazalarından örnekler vermesi. Çünkü onlar çağ atlarken, işçiler, emekçiler,
sömürülen halklar 18.19. yüzyılların koşullarını yaşamak zorundadır, yeniçağların
ilerlemiş yaşamı sadece iktidarların, sermayenin ve onların çevresindekilerin
hakkıdır.
Gelelim belgesele, Ümit Kıvanç çeşitli çağlara ayırmış
tarihi ama alışık olduğumuzdan farklı adlar ve sıralamayla…
1.Fitness Yolunda-Aklın icadı-Keşifler Çağı-Buhar Çağı
2.Brozn Çağı-Kahraman şerif neyle meşguldür?
3.Ateşin Bulunuşu-Tarih Kitabında bulunmayan hadiseler
4.Halkla İlişkiler Çağı-Özgür bireyler nerede çalışır?
5.Yüzde Çağı-Ruhum rehin, ben ölemem!
6.Elmas Çağı-Birden kömürü bulmasın mı?
7.Yazının İcadı-Avcılık-Toplayıcılık Çağı’ının nimetleri
8.Radyo Çağı-Kim yürürse, öldürürler, bilirsin
(Bilmez miyim, hergün bir kez daha hatırlatıyorlar bunu
ısrarla!...)
9.Özgürlük Çağı-Serbest piyasada herkes serbesttir
“16 Ton, insanlık tarihine ironik bir yaklaşım. Bugünkü
yanlış hayatımızı neleri nerelerden nasıl çıkararak inşa ettiğimizi anlatıyor.
Gele gele vardığımız serbest piyasa ve özgürlük çağı yoksa bütünüyle halkla
ilişkiler faaliyeti ürünü mü? Madencilerin sefaletini anlatırken gözde bir hit
parçası oluveren "16 Ton", yoksa sadece bir şarkı mı?
16 Ton, büyük ölçüde, fotoğraf, resim, desen ve gravürlerin
hareketlendirilmesiyle yapılmış bir "masa başı" filmi. Orijinal
hareketli görüntüler de içeriyor; ama az. Ardında da, uzun ve ayrıntılı bir
araştırma var. Yapılışı 1,5 yıla yayıldı.” diyor http://riyatabirleri.com/16ton_ana.html sitesinde Ümit Kıvanç. Riyatabirleri
sitesinden izleyebileceğiniz, aynı zamanda okuyabileceğiniz bu belgesele ek
olarak ayrıca belgeselde yer almayan ama direk konuyla ilgili detayların
verildiği bilgilendirici ekler, linkler var. Yine çeşitli ressamlara ait,
madencilerin konu alındığı resimleri de galeride görmek mümkün.
Ben belgeseli daha
fazla anlatmayacağım zaten izlediğinizde o kendini anlatacaktır. Bu yüzden
sadece izlerken öfkelendiğim ve değişmeyen ne çok şey varmış dediğim birkaç
noktayı vurgulamak istiyorum. Bu yazıyı hazırlamamdaki amaç ise daha çok
Soma’yı hatırlamak, hatırlatmak. Ayrıca bu harika belgeselden daha fazla
kişinin haberinin olması istemi de bir başka boyutu tabi ki.
R. Little - madenciler - M. Henderson |
“İnsan, irade sahibi
özgür bir yaratıktı. Kimin nasıl öleceğine bizzat karar vermeliydi. Bu yüzden
içinden bir grubu ayırıp onlara "ötekiler" dedi.”
Ötekilerle dolu bir ülkede yaşadığımız gerçek, dünyada
ötekilere neler yapılmışsa burada da aynısının uygulandığı ise daha bir
gerçek... İsyancıları bastırıyoruz diye kadınların ve çocukların uçaklarla
bombalandığı -ki o uçaklardan birini kullanan da bir kadındır ne hikmetse- tehcir
adı altında insanların ölüme gönderildiği ve mazisi katliamlarla dolu bir ülke
gerçekliği…
“Sömürgeci fatihlerin
silahı tüfek, Sanayi Devrimi'ninki buhar makinesiydi. İnsanlık bugüne kadar
karanlıkta el yordamıyla dolaşmış, zamanını boşa harcamıştı. Halbuki insanlığın
bir kısmı fabrikalarda sakat edilir veya karanlıkta sürünmeye devam ederse öbür
kısmı trenle gezebilir ya da buharlı gemilerle savaşabilirdi. Bol bol kömür
lâzımdı.”
Evet bol bol kömür lazımdı bizim fatihlerimize de, çünkü
kömür elektrik üretimi için lazımdı, kömür ısınma için lazımdı, kömür insanları
ikna etmek içim lazımdı. Dolayısıyla “Fakire dağıtılmak için toplanan kömürü
zenginler mi çıkarsın?” dememiş miydi zat-ı muhterem…
“Madem dünyanın öbür
ucundaki silahsızları silah zoruyla madenlere sokmak mümkün olmuştu, parası ve
silahı olanlar bunu kendi ülkelerinde de yapabilirlerdi. Parası ve silahı
olmayanlar çoktu.”
Parası olmayan insanları iyice parası olmayan insanlar
konumuna getirmek gerekiyordu. Bunu da nasıl yapmalıydı, hayvancılığı tarımı yok edip insanların ellerinden
geçim kaynaklarını alıp yerine kazmayı verip maden ocağına göndermekle tabi ki.
Böylece;
“Bir tarafından insan
atılıp öbür tarafından kömür çıkarılan madencilik faaliyeti işte böyle sanayi
haline geldi.”
Madenlerde çalıştırılan insanlara ise kömürden daha az değer
verildi. Halbuki kömür artık onların bedenlerinin birer parçası haline
gelmişti. O kadar içselleştirmişlerdi ki kömürü, ciğerleri ve nefesleri kömür
dolmuştu. Bu yüzden birçoğu daha emekliliğine ulaşamadan madenci hastalığından
ölüveriyordu.
“İnsanlık ilerleme
için aklını kullandı. Önce, beş yaşını geçmiş her yoksul çocuğu yeraltına
gönderebileceğini akıl etti. Veletler hem daracık tünellerde kolaylıkla gidip
gelebilirler hem de büyüklere göre çok daha düşük ücretle
çalıştırılabilirlerdi.”
Türkiye’de çocuk işçiliği kavramının ne düzeyde olduğu
biliniyordur sanırım, bilmeyenler içinse son araştırmalara göre oran, 8 milyon
397*
“E, tabiî, serbest
piyasanın işleyişi bozulmuştu. Şöyle olmalıydı: Sen birilerinin sırtından
kazanırsın, onlar itiraz ederse vali muhafızları çağırır.”
Valilerimiz her daim hazırdır muhafızlarıyla senin
itirazlarını bastırmaya, hak mücadeleni ya da isteklerini dile getirmek için
ağzını açtığında gaz sıkmaya. Ödediğin her vergi sana gaz, kurşun, toma olarak
geri döner çünkü ha bu arada valilerin ve muhafızlarının maaşı da zaten senin
sırtından çıkar, dolayısıyla senin taşıdığın 16 ton 32 tona çıkar…
“İnsanlık durmaksızın
ilerlediğinden, 21. yüzyılda madencilerle ilgili haberler artık katliamlar
değil kazalar hakkındadır”
Buna bir şey yazmak istemedim. Sadece şu tarihi atmak
yeterli olacaktır sanırım 13 Mayıs 2014/Soma…
Oswaldo Guayasamin “Kaza” |
“Madencilere
çıkardıkları kömür miktarına göre para ödeniyordu. Kömüre ulaşabilmek için
yaptıkları işler karşılıksızdı; kendi güvenliklerine harcadıkları vakit,
kazanacakları parayı azaltıyordu. Sendika hem buna karşıydı hem de işçilerin
sekiz saatten fazla çalıştırılmamasını istiyordu. Madenciler, “çıkardığımız
kömürü tartacak adamı biz seçelim” diyorlardı, çünkü şirket hileli tartıyla da
ücretlerinden çalıyordu. İşçiler, kalacakları yeri ve doktorlarını seçebilmek,
şirket mağazasına mahkûm olmamak da istiyorlardı.”
Üretim faaliyetleri düşürülür, en az maliyetle iş yaptırmak
için taşeronlar aracılığıyla en güvencesiz en zor durumdaki insanlar
çalıştırılır, aşırı üretim zorlaması taşeronlarla sağlanır ve dolayısıyla alınması
gereken güvenlik önlemleri alınmaz, çünkü ek bir maliyet gerektirecektir. Sendikalar
ise görevlerini yapacakları yerde işverenle bir olup sömürü düzeninin sorunsuz
bir şekilde ilerlemesine destek olurlar.
Öyleyse şarkının şu kısmını söylemenin tam zamanı;
“Geldiğimi görürsen kenara çekil.
Çekilmeyenlerin çoğu geberip gitti.
Bendeki yumruk demirden çelikten.
Hakkını almazsan başkaları alır bunu bil.”
Çekilmeyenlerin çoğu geberip gitti.
Bendeki yumruk demirden çelikten.
Hakkını almazsan başkaları alır bunu bil.”
Güler İnce
Kaynaklar:
Belgesel buradan izlenebilinir: http://riyatabirleri.com/16ton_ana.html
Resim kaynakları: