Güler İNCE
LOUIS
BOURGEOIS: HEYKELLERİYLE ÖZGÜRLEŞEN SANATÇI
20.
yüzyıl Amerikan heykel sanatının öncülerinden Louise Bourgeois’nın gravür,
litografi ve desenlerinden oluşan bir seçki geçtiğimiz günlerde Hasan Bülent
Kahraman küratörlüğünde Akbank Sanat’ta ziyarete açıldı.
Louise
Bourgeois’nın eserlerinin İstanbul’da sergileneceğini duyduğumda büyük bir
heyecana kapıldım. Tabi hayallerimi onun Maman’ı kadar büyütmemiştim ama yine
de önemli heykellerinden hiç değilse bir kaçını görebileceğimi umut etmiştim.
Akbank Sanat galerisinin giriş katını gezip gravürlerini gördükten sonra diğer
katta birkaç heykelle karşılaşacağım umut ederek merdivenleri hızla tırmandım fakat
yine sadece çizimleriyle karşılaştım. Heykelleriyle ün yapmış bir sanatçının sergisi
söz konusuysa eğer hiç değilse birkaç heykelinin de o sergide yer alması
gerektiğini eminim benim gibi tüm Bourgeois hayranları da düşünmüştür.
Özellikle de ön hazırlıklarının iki yıl sürdüğü söylenen bir sergi söz konusu
ise. Ama yine de Bourgeois ve onun düşüncelerinin, bilinçaltının, korkularının,
tutkularının, saplantılarının kısacası varoluşunun yansıdığı çizimleri görmek
bile yeterince heyecan vericiydi.
Peki,
kimdir Louise Bourgeois?
Louis
Bourgeus sanat kariyerine 1930’ların sonlarına doğru başlar. Çalışmalarında
farklı dil ve malzeme kullanımı söz konusu olsa da yaratımlarında beslendiği
kaynak hep kendi kişisel tarihi olmuştur. Sanatçıya göre sanatının kaynağı
çocukluk senelerinde Fransa’da ortaya çıkan psikolojik çelişkiler ve
hesaplaşmalardır.
Varlıklı
bir ailenin çocuğu olarak 1911’de Paris’te doğar. Aile, anne Josephine
tarafından yönetilen, 16. 17. yüzyıl halılarının tamir edildiği, alınıp
satıldığı bir atölyeye sahiptir. Bourgeois da çocukluğunu bu atölyede geçirir.
Halıların eksik kısımları tamir edilirken aynı zamanda mitolojik karakterlerin
cinsel organları kesilip yerlerine çiçek motifleri dikilmektedir. Çünkü müşterilerin
önemli bir kesimi Prüten geleneğine bağlı Amerikalılardan oluşmaktadır ve
cinselliğin görünürlüğü bu kesim tarafından hoş karşılanmamaktadır. Louise de
bu günlük eylemlerin aktif bir katılımcısıdır.
Baba
Jean-Louis, Bourgeus ve kardeşleri için
İngilizce öğretmeni olarak tuttuğu Sadie ile sevgilidir ve yaklaşık 10 yıl aynı
evde beraber yaşarlar. Anne Josephine bu durumu sessizce kabullenir. Babasının
sevgilisi ile olan ilişkisini aile ortamında yaşaması, annenin sessiz kabullenişi
gibi tanıklıklar Louis’de derin yaralanmalara neden olur. Sonrasında
çalışmalarıyla kendisini bu geçmişten kurtarmaya çalışacaktır. “Boğulmamak için kendimi geçmişten kurtarmaya
çalışıyorum ” diyecektir.
Yaşamdaki
saçmalıklardan, hüzünlerden kurtulmak için matematiksel düşüncenin
tarafsızlığı, nesnelliğini bir kaçış noktası olarak gören Bourgeois 1930’larda
Sorbonne Üniversitesinde matematik eğitimine başlar. Matematikte kuralların
ölümsüzlüğü ve referans alınan noktaların günden güne değişmediği düşüncesine
sarılan sanatçı ancak daha sonra matematiğin de kendi arayışlarına cevap
veremediğini düşünür:
“Öklit geometrisi belki sabitti ancak o da
tekti. Öklit geometrisinden başka geometrilerin olduğunu öğrendiğim zaman büyük
bir hayal kırıklığı yaşadım. Benim için bu bir sembolün yok olmasıydı.
Matematik artık güvenli değildi benim için… Bu yüzden yeni bir arayışa
yöneldim. Çözüm, sanattı.”
Annesinin
1932 yılında ölümüyle, dayanılmaz aile gerginliklerini aşabilmek için yöneldiği
sanat eğitimi için çeşitli okullara gider. 1934-1938 seneleri
arasında içlerinde Beaux Arts, Academie Ranson, Academie Julian, Acdemie de la
Grande-Chaumiere’in de bulunduğu birçok farklı sanat okuluna devam eder. 1938
yılında dönemin önde gelen Amerikalı sanat tarihçilerinden Robert Goldwater ile
evlenir ve hayatının geri kalanını geçireceği Amerika’ya taşınır.
Burada
Marcel Duchamp, Albert Giacometti, Le Corbusier, Joan Miro ve Yves Tanguy ile
tanışır. New York`da Art Students League`de çalışmalarına başlar. 1947–49 yıllarında
ilk seri heykel işlerini gerçekleştirir. Yine bu yıllarda Gerçeküstücü akımla
tanışır ancak o kendisini hep “varoluşçu” olarak tanımlar. Uzun yıllar, Joan
Miro’dan başka tüm New York sanat camiasının kendisini görmezden gelmesine
rağmen sanatını büyük bir dirençle sürdürmüştür. Bu kıyasıya mücadelenin
yürüdüğü sanat piyasasında kendini ispat etme çabalarını belki de sonrasında
boşlamıştır ki şu sözler bunu çok iyi ifade etmektedir. “Meşe olmak yerine saz
olmayı kabul ettim ve yoluma devam ettim”
Resimleri 1948’lerde New York’da sergilenmeye
başlar. 1959 yıllarında heykel çalışmalarına başlar. 1982-83 yıllarında New
York Modern Sanatlar Müzesi’nde sanatçıya açılan Retrospektif Sergisi’nde
çalışmaları büyük bir izleyici kitlesine ulaşır. 1995-1996 Hamburg’da
sanatçının seçilmiş çalışmalarından oluşan büyük bir sergi düzenlenir. 2000
yılında Tate Müzesi kapsamında seçilmiş grup sergileri arasında Bourgeois’nın
yapıtları da sergilenmiştir.
Feminist dalganın yayıldığı dönemde
Bourgeois’nın çalışmaları da daha fazla görünürlük kazanmaya başlar ve ayrıca birçok
feminist sanatçı için ilham kaynağı olur. Kendisini hiçbir zaman feminist
sanatçı olarak nitelendirmese de yaptığı birçok iş onun sanatını feminist
sanata yaklaştırmaktadır.
Gelelim
Bourgeois’nın sanatının temel taşlarına. Çocukluğunda yaşadığı travmalardan
arınmak ve geçmişinden kurtulmak için yaptığı işleri onun sağaltım araçlarıdır.
Sanatçı bir heykelin üzerine “sanat delirmemeyi garantiler” yazmıştır. Sanatını
işte bu yüzden her şeyden önce ve herkesten çok kendisi için yapar.
İşlerine
babası ile olan ilişkilerinin yansıması oldukça yoğundur. Baba Louis, kızına
kendi ismini vermiştir, Louise. Babası tarafından bir kız olduğu için sürekli
aşağılanmaktadır ve bir hayal kırıklığı olarak görülmektedir. Sanatçının babasına
göre, bu dünyaya bir kız çocuğu getiren kişi ancak affedilmeyi talep etmelidir.
Tüm bu cinsel aşağılamalar Bourgeois’nın bilinçaltında yer edinir ve hayatı
boyunca eserleri aracılığıyla bu cinsel söylemlerle, aşağılanmalarla mücadele eder.
Ailece oturdukları yemek masasında baba, Louise’in bir penisinin olmayışıyla
ilgili şakalar yapar Bunu şöyle dile getirir sanatçı “orasında hiçbir şey olmayan bir kamburdum.” Babasının bu tarz
tutumları ve sevgilisi ile ailenin içinde yaşadıkları ilişki, Bourgeois’nın
sanatında sıklıkla işleyeceği konulardan biri olur. Babasından intikam aldığı
eserler yapar.“Babanın Yıkımı” bunun
en iyi örneklerinden biridir. Yine bir penisinin olmayışı yüzünden yaşadığı
aşağılanmalara karşılık o da büyük memeleri olmayan erkeklerle alay ederek ve heykellerinde
onlara kadın memeleri ekler.
Özellikle
birçok heykel ve çizimlerinde gördüğümüz örümcek figürü ise annesiyle
bağlantılıdır. Bu yüzden bunlara “Mama” adını vermiştir. Bu örümcek
figürlerinin Yunan mitolojisi ile de bağları vardır. Mitolojiye göre Arakne harikulade
güzel kumaşlar dokuyan bir kadındır. Ustalığı Tanrıça Athena’yı bile kızdırır.
Sonunda ikisi arasında yarışma yapılır. Athena babası Zeus’a yaraşır şekilde
dokuduğu kumaşta Olympos tanrılarının zaferlerini tasvir eder. Arakne ise bu
ataerkil tanrıların kadınlara karşı işledikleri suçları, çektirdikleri acıları
dokur. Arakne’nin çalışması Athena’yı bile etkiler ve Arakne’yi öldürmeye
kıyamaz, onu örümceğe çevirir. Bu hikaye üzerinden değerlendirecek olursak örümcek
motifiyle hem annesini hem de kendisini anlatmıştır sanatçı. Bir zanaatçı olan
annesi de Arakne gibi atölyesinde ipliklerle uğraşıp halıları tamir etmektedir.
Sakin ve sessizdir bir örümcek gibi. Kendisi de hem bir zanaatçı hem de bir
sanatçıdır ve kadınlara atfedilen zanaat işlerini, yani dikim, kumaş, nakış işleri
ile erkeklerin hakimiyetinde olan sanatı “highy art”ı sorgulamaktadır.
Louise
Bourgeois çok yönlü karmaşık bir sanatçıdır. Herhangi bir sanat grubuna dahil
olmayan bağımsız kalmayı başarmış bir sanatçıdır. Primitif sanatlardan oldukça
etkilenmiştir. Eserlerinde hep bir öykü anlatımı söz konusudur. Safçı biçimler
arayıp en basit ve en sade şekli bulmaya çalışmıştır.
“Louise
Bourgeosi: Dünyadan Büyük” sergisine gelecek olursak, sergideki çizim ve
litografiler, baskılar sanatçının farklı dönemlerde yaptığı çalışmalardan
oluşmaktadır.
Bu
sergideki en dikkat çekici çizimlerinden biri onun sıkılıkla işlediği konulardan
biri olan “Ev Kadın” dır.Mekan olgusu
Louise’in işlerinin genelinde oldukça önemli bir yere sahiptir. “Mekan var olmaz mekan, sadece varoluşumuzun
yapısı için bir metafordur.” der sanatçı. Mekanlar varoluş alanı olarak
insanların karşılıklı etkileşimleriyle ortaya çıkan sistemleri ifade eder ve insanileşirler.
Bu ve benzeri çizimlerinde sanatçı, kadınları evlere dönüştürmektedir.
Dolayısıyla evler de kadın formuna dönüşmektedir. Bu resimde “kadın” ve “yuva”
kavramı o kadar bütünleşmiştir ki izleyiciye dönük ve ayakta duran kadının üst
kısmı bir evden oluşmaktadır. Ama artık ev, kadın için bir yuva olmanın ötesinde
bir kafese dönüşmüştür. Sağ eli ile el sallayan kadın aslında bir yardım
çağrısında bulunmaktadır. Yine “Mutlu Ev”
adlı çalışmasında, evin mutluluğunun nedenini algılamakta zorlanırız. Çünkü bu
herhangi bir yaşam belirtisinin olmadığı bir evdir ama belki de bu yüzden de
mutludur. Sanatçıya göre boş bir ev tartışmalardan, gerilimlerden uzak olacağı
için mutlu bir evdir.
Bourgeois’nın yine birçok işlerinde ön planda
olan bir diğer form “spiral”dir. Spiral
sürekliliği dile getirir ve ruhun sonsuzluğu ile özdeşleştirilir. Sanatçı
tarafından 1970’lerde de yaratılan “spiral kadın” imgesi bedenin üzerine
yerleştirilen kabuk benzeri bu form ile herhangi bir kimlik tanımlanmasına izin
vermez. Kadın bedeni üzerine geçilen bu kıyafet ile nesneleştirilir, üzerinde farklı
anlamların kurgulanabileceği bir “obje” olur. Bu bağlamda spiral kadın “ev
kadınları”nı da anımsatır. Bu sergide “Siyah
ve Mavilerin” şarkısı spiral formu kullandığı işlerinden biridir.
Batı ve Doğu mitolojilerinden
oldukça beslenen sanatçının çizimlerinde de bu izleri görmek mümkündür. Yunan
mitolojisinden esinlendiği yan kesici, çirkin kadınlar olarak betimlenen, kadın
yüzüne ve kuş bedenine sahip karakterlerinden harpya’lar sanatçının bu sergide görebileceğimiz çizimlerinden
biridir. Tabaklardaki yemekleri çalmalarıyla ünlü olan bu mitolojik karakter
Bourgeois’nın çiziminde de bir tabağa yönelmektedir. Ancak yöneldiği tabaktaki
yumurtalar belki de ondan çalınmış yumurtalarıdır. Böylelikle eril bakışın bir
eleştirisini yapmaktadır. Kadınlardan çalınan yaşam, yaratım yeteneği, özgürlük
hepsi bu çizim altında tartışılabilinir. Bir başka mitoloji konulu çizim “Karyatidler”dir.
Mimaride kullanılan bu terim Yunanca’da Karyai’nin kızları anlamına gelir.
Mimaride yapının taşıyıcı kolonları yerine kullanılan kadın heykelleridir.
Efsaneye göre Karyai halkı Yunanlara karşı savaşmak için Perslere katılır.
Yunanlar savaşı kazandıktan sonra şehirdeki tüm erkekleri öldürür, kadınları
köle yapıp, ağır yükler taşımaya zorlarlar. Gelecek kuşaklar kazandıkları
zaferleri daima hatırlasın diye de kamu binalarının kolonları bu köle kadın figürleriyle
bezenir. Yine anatomi çalışmalarında gördüğümüz bol memeli çizimler Artemis
heykellerini anımsatmaktadır.
Bu sergideki bir diğer önemli işi,
sanat tarihinin önemli bir figürlerinden biri olan Aziz Sebastian’dır. Aziz Sebastian 3.yy’da Roma imparatorluğunun muhafızlarından
biriyken gizlice Hıristiyan olup inançları yüzünden idam edilen Romalı bir
şehittir. Vücuduna saplanan oklarla ölmeyen Sebastian ancak dövülerek
öldürülür. Sanat tarihinde, erkek sanatçılar tarafından erkek bedeninin güzelliğini
gösterebilmek için sıklıkla
betimlenen bu aziz figürü, dini olduğu kadar da erotik bir figürdür. Rönesans
edebiyat geleneğinde Sebastian homoseksüellerin kod adlarından biridir aynı
zamanda. Yine Okların cinsel aşkla ilişkisi Cupid’in okçuluğuna dayanır. Ok
aynı şekilde erkek cinselliğiyle ilişkilendirilir. Sanatçı da sanat tarihinin
tüm bu klişelerine karşı azizi bir kadın olarak ele almıştır. Ayrıca bu kadın
bedeni diğer aziz resimlerinde olduğu gibi kendine saplanan oklara karşı koymayan,
teslim olan aziz figürlerinden biri değildir, hareket halindedir ve
kaçmaktadır. Yine idealize edilmiş genç, güzel erkek bedeninin karşısında doğal,
şişman bir kadın bedeni vardır.
Bourgeosi’nın
sıklıkla işlediği bir diğer konu olan erkek-kadın ilişkileri bu sergideki
işlerinde de görülmektedir. “Metamorfoz”
adlı gravür serisinde özellikle babasının sevgilileriyle ev içinde yaşadığı
aleni ilişkinin anılarını görebiliriz. Buradaki çizimlerden birisi “Yatakta Yedi Kişi” adlı bez bebek çalışmasına
da öncü olmuştur. Yine çiftleri gülünç ve garip pozisyonlarda gösterdiği çizimleri
de çocukluk döneminde tanık olduğu gayri meşru ilişkinin anılarına dayanarak
oluşturduğu arzu, beden gibi bilinçaltı konularını işler ve bir şekilde
bunlarla dalga geçer.
Günlük
yaşamından sahnelerin yer aldığı otobiyografik gravür serisi, yataktaki
çiftlerin dudaklara döndüğü gravürleri, quarantania portfolyosu serisi, “bu
problemin şekli nedir?” litografi serisi görülmeyi bekleyen diğer çalışmalarıdır.
Modern
olmadan çağdaş olmayı başaran bir sanatçı olan Louise Bourgeois sadece
20.yüzyılın değil 21. Yüzyılın da en önemli sanatçılarından biridir. Hiçbir
zaman bir kadın sanatçı olarak anılmak istemez, bunu şöyle dile getirir: “…bir kadın olduğum için şu yaptıklarımı
yapıyor değilim. Yaptıklarım içinden geçtiğim deneyimlerim nedeniyledir.
Kadınlar ortak şeylere sahip oldukları için değil, yoksun oldukları şeyler
yüzünden bir araya geldiler-aynı davranışlara maruz kaldıkları için…”Bir
kadın sanatçı olarak algılanmak istemediği gibi bir Fransız ya da Amerikalı sanatçı
olarak da anılmak istemez. Sadece sanatçı olarak anılmaktır dileği.
“Heykel
gerçek anlamda beni özgürleştiren tek şey”diyen sanatçıya göre nesnelerin
içindeki ruhu bulmak, gizi çözmek ancak üç boyutlu işlerle olabilir. Resim bu
yüzden yeterli değildir. Ama biz yine de onun gizini çözmek için çizimlerinin,
gravürlerinden oluşan iki boyutlu işlerinin peşine düşelim.
Louise
Bourgeois: Dünyadan Büyük sergisi 28 Kasım’a kadar Akbank Sanatta izleyicisini
bekliyor olacak.
Kaynakça:
Azra
Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 2001, İstanbul, s.122
Fatmagül
Berktay, Kadın Olmak, Yaşamak, Yazmak, İstanbul, Pencere Yayınları, 1998, s.10
Ilgın
Veryeri, Louise Bourgeois’nın Sanatının Kronolojik Dönüşümü, Ç.Ü Sos. Bil. Der.
Cilt 17, Sayı 3, 2008, s.1-16
Richard
LEPPERT, Sanatta Anlamın Görüntüsü, 2002, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s.327
Selen
Sarıoğlu, Bir Asrın Ötesinde: Bir ve Ötekiler Louise Bourgeois, r+ sanat, S.20,
2005, s.26-28
03.09.2015
Tarihli Louise Bourgeois: Dünyadan Büyük Sergi Konferansı Notları ( Jean
Fremon-Prof: Hasan Bülent Kahraman)
Bu
yazı 9 Ekim 2015’te Lebriz Sanal Dergi’de
12
Ekim 2015’te Kolajart’ta yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder