Powered By Blogger

6 Ocak 2016 Çarşamba

“LOUIS BOURGEOIS: DÜNYADAN BÜYÜK” SERGİSİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER


Güler İNCE

LOUIS BOURGEOIS: HEYKELLERİYLE ÖZGÜRLEŞEN SANATÇI
20. yüzyıl Amerikan heykel sanatının öncülerinden Louise Bourgeois’nın gravür, litografi ve desenlerinden oluşan bir seçki geçtiğimiz günlerde Hasan Bülent Kahraman küratörlüğünde Akbank Sanat’ta ziyarete açıldı.

Louise Bourgeois’nın eserlerinin İstanbul’da sergileneceğini duyduğumda büyük bir heyecana kapıldım. Tabi hayallerimi onun Maman’ı kadar büyütmemiştim ama yine de önemli heykellerinden hiç değilse bir kaçını görebileceğimi umut etmiştim. Akbank Sanat galerisinin giriş katını gezip gravürlerini gördükten sonra diğer katta birkaç heykelle karşılaşacağım umut ederek merdivenleri hızla tırmandım fakat yine sadece çizimleriyle karşılaştım. Heykelleriyle ün yapmış bir sanatçının sergisi söz konusuysa eğer hiç değilse birkaç heykelinin de o sergide yer alması gerektiğini eminim benim gibi tüm Bourgeois hayranları da düşünmüştür. Özellikle de ön hazırlıklarının iki yıl sürdüğü söylenen bir sergi söz konusu ise. Ama yine de Bourgeois ve onun düşüncelerinin, bilinçaltının, korkularının, tutkularının, saplantılarının kısacası varoluşunun yansıdığı çizimleri görmek bile yeterince heyecan vericiydi.


Peki, kimdir Louise Bourgeois?
Louis Bourgeus sanat kariyerine 1930’ların sonlarına doğru başlar. Çalışmalarında farklı dil ve malzeme kullanımı söz konusu olsa da yaratımlarında beslendiği kaynak hep kendi kişisel tarihi olmuştur. Sanatçıya göre sanatının kaynağı çocukluk senelerinde Fransa’da ortaya çıkan psikolojik çelişkiler ve hesaplaşmalardır.

Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak 1911’de Paris’te doğar. Aile, anne Josephine tarafından yönetilen, 16. 17. yüzyıl halılarının tamir edildiği, alınıp satıldığı bir atölyeye sahiptir. Bourgeois da çocukluğunu bu atölyede geçirir. Halıların eksik kısımları tamir edilirken aynı zamanda mitolojik karakterlerin cinsel organları kesilip yerlerine çiçek motifleri dikilmektedir. Çünkü müşterilerin önemli bir kesimi Prüten geleneğine bağlı Amerikalılardan oluşmaktadır ve cinselliğin görünürlüğü bu kesim tarafından hoş karşılanmamaktadır. Louise de bu günlük eylemlerin aktif bir katılımcısıdır.
Baba Jean-Louis,  Bourgeus ve kardeşleri için İngilizce öğretmeni olarak tuttuğu Sadie ile sevgilidir ve yaklaşık 10 yıl aynı evde beraber yaşarlar. Anne Josephine bu durumu sessizce kabullenir. Babasının sevgilisi ile olan ilişkisini aile ortamında yaşaması, annenin sessiz kabullenişi gibi tanıklıklar Louis’de derin yaralanmalara neden olur. Sonrasında çalışmalarıyla kendisini bu geçmişten kurtarmaya çalışacaktır. “Boğulmamak için kendimi geçmişten kurtarmaya çalışıyorum ” diyecektir.

Yaşamdaki saçmalıklardan, hüzünlerden kurtulmak için matematiksel düşüncenin tarafsızlığı, nesnelliğini bir kaçış noktası olarak gören Bourgeois 1930’larda Sorbonne Üniversitesinde matematik eğitimine başlar. Matematikte kuralların ölümsüzlüğü ve referans alınan noktaların günden güne değişmediği düşüncesine sarılan sanatçı ancak daha sonra matematiğin de kendi arayışlarına cevap veremediğini düşünür:

Öklit geometrisi belki sabitti ancak o da tekti. Öklit geometrisinden başka geometrilerin olduğunu öğrendiğim zaman büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Benim için bu bir sembolün yok olmasıydı. Matematik artık güvenli değildi benim için… Bu yüzden yeni bir arayışa yöneldim. Çözüm, sanattı.”

Annesinin 1932 yılında ölümüyle, dayanılmaz aile gerginliklerini aşabilmek için yöneldiği sanat eğitimi için çeşitli okullara gider. 1934-1938 seneleri arasında içlerinde Beaux Arts, Academie Ranson, Academie Julian, Acdemie de la Grande-Chaumiere’in de bulunduğu birçok farklı sanat okuluna devam eder. 1938 yılında dönemin önde gelen Amerikalı sanat tarihçilerinden Robert Goldwater ile evlenir ve hayatının geri kalanını geçireceği Amerika’ya taşınır.

Burada Marcel Duchamp, Albert Giacometti, Le Corbusier, Joan Miro ve Yves Tanguy ile tanışır. New York`da Art Students League`de çalışmalarına başlar. 1947–49 yıllarında ilk seri heykel işlerini gerçekleştirir. Yine bu yıllarda Gerçeküstücü akımla tanışır ancak o kendisini hep “varoluşçu” olarak tanımlar. Uzun yıllar, Joan Miro’dan başka tüm New York sanat camiasının kendisini görmezden gelmesine rağmen sanatını büyük bir dirençle sürdürmüştür. Bu kıyasıya mücadelenin yürüdüğü sanat piyasasında kendini ispat etme çabalarını belki de sonrasında boşlamıştır ki şu sözler bunu çok iyi ifade etmektedir. “Meşe olmak yerine saz olmayı kabul ettim ve yoluma devam ettim”

Resimleri 1948’lerde New York’da sergilenmeye başlar. 1959 yıllarında heykel çalışmalarına başlar. 1982-83 yıllarında New York Modern Sanatlar Müzesi’nde sanatçıya açılan Retrospektif Sergisi’nde çalışmaları büyük bir izleyici kitlesine ulaşır. 1995-1996 Hamburg’da sanatçının seçilmiş çalışmalarından oluşan büyük bir sergi düzenlenir. 2000 yılında Tate Müzesi kapsamında seçilmiş grup sergileri arasında Bourgeois’nın yapıtları da sergilenmiştir.

Feminist dalganın yayıldığı dönemde Bourgeois’nın çalışmaları da daha fazla görünürlük kazanmaya başlar ve ayrıca birçok feminist sanatçı için ilham kaynağı olur. Kendisini hiçbir zaman feminist sanatçı olarak nitelendirmese de yaptığı birçok iş onun sanatını feminist sanata yaklaştırmaktadır.
Gelelim Bourgeois’nın sanatının temel taşlarına. Çocukluğunda yaşadığı travmalardan arınmak ve geçmişinden kurtulmak için yaptığı işleri onun sağaltım araçlarıdır. Sanatçı bir heykelin üzerine “sanat delirmemeyi garantiler” yazmıştır. Sanatını işte bu yüzden her şeyden önce ve herkesten çok kendisi için yapar.
İşlerine babası ile olan ilişkilerinin yansıması oldukça yoğundur. Baba Louis, kızına kendi ismini vermiştir, Louise. Babası tarafından bir kız olduğu için sürekli aşağılanmaktadır ve bir hayal kırıklığı olarak görülmektedir. Sanatçının babasına göre, bu dünyaya bir kız çocuğu getiren kişi ancak affedilmeyi talep etmelidir. Tüm bu cinsel aşağılamalar Bourgeois’nın bilinçaltında yer edinir ve hayatı boyunca eserleri aracılığıyla bu cinsel söylemlerle, aşağılanmalarla mücadele eder. Ailece oturdukları yemek masasında baba, Louise’in bir penisinin olmayışıyla ilgili şakalar yapar Bunu şöyle dile getirir sanatçı “orasında hiçbir şey olmayan bir kamburdum.” Babasının bu tarz tutumları ve sevgilisi ile ailenin içinde yaşadıkları ilişki, Bourgeois’nın sanatında sıklıkla işleyeceği konulardan biri olur. Babasından intikam aldığı eserler yapar.“Babanın Yıkımı” bunun en iyi örneklerinden biridir. Yine bir penisinin olmayışı yüzünden yaşadığı aşağılanmalara karşılık o da büyük memeleri olmayan erkeklerle alay ederek ve heykellerinde onlara kadın memeleri ekler.

Özellikle birçok heykel ve çizimlerinde gördüğümüz örümcek figürü ise annesiyle bağlantılıdır. Bu yüzden bunlara “Mama” adını vermiştir. Bu örümcek figürlerinin Yunan mitolojisi ile de bağları vardır. Mitolojiye göre Arakne harikulade güzel kumaşlar dokuyan bir kadındır. Ustalığı Tanrıça Athena’yı bile kızdırır. Sonunda ikisi arasında yarışma yapılır. Athena babası Zeus’a yaraşır şekilde dokuduğu kumaşta Olympos tanrılarının zaferlerini tasvir eder. Arakne ise bu ataerkil tanrıların kadınlara karşı işledikleri suçları, çektirdikleri acıları dokur. Arakne’nin çalışması Athena’yı bile etkiler ve Arakne’yi öldürmeye kıyamaz, onu örümceğe çevirir. Bu hikaye üzerinden değerlendirecek olursak örümcek motifiyle hem annesini hem de kendisini anlatmıştır sanatçı. Bir zanaatçı olan annesi de Arakne gibi atölyesinde ipliklerle uğraşıp halıları tamir etmektedir. Sakin ve sessizdir bir örümcek gibi. Kendisi de hem bir zanaatçı hem de bir sanatçıdır ve kadınlara atfedilen zanaat işlerini, yani dikim, kumaş, nakış işleri ile erkeklerin hakimiyetinde olan sanatı “highy art”ı sorgulamaktadır.
Louise Bourgeois çok yönlü karmaşık bir sanatçıdır. Herhangi bir sanat grubuna dahil olmayan bağımsız kalmayı başarmış bir sanatçıdır. Primitif sanatlardan oldukça etkilenmiştir. Eserlerinde hep bir öykü anlatımı söz konusudur. Safçı biçimler arayıp en basit ve en sade şekli bulmaya çalışmıştır.
“Louise Bourgeosi: Dünyadan Büyük” sergisine gelecek olursak, sergideki çizim ve litografiler, baskılar sanatçının farklı dönemlerde yaptığı çalışmalardan oluşmaktadır.


Bu sergideki en dikkat çekici çizimlerinden biri onun sıkılıkla işlediği konulardan biri olan “Ev Kadın” dır.Mekan olgusu Louise’in işlerinin genelinde oldukça önemli bir yere sahiptir. “Mekan var olmaz mekan, sadece varoluşumuzun yapısı için bir metafordur.” der sanatçı. Mekanlar varoluş alanı olarak insanların karşılıklı etkileşimleriyle ortaya çıkan sistemleri ifade eder ve insanileşirler. Bu ve benzeri çizimlerinde sanatçı, kadınları evlere dönüştürmektedir. Dolayısıyla evler de kadın formuna dönüşmektedir. Bu resimde “kadın” ve “yuva” kavramı o kadar bütünleşmiştir ki izleyiciye dönük ve ayakta duran kadının üst kısmı bir evden oluşmaktadır. Ama artık ev, kadın için bir yuva olmanın ötesinde bir kafese dönüşmüştür. Sağ eli ile el sallayan kadın aslında bir yardım çağrısında bulunmaktadır. Yine “Mutlu Ev” adlı çalışmasında, evin mutluluğunun nedenini algılamakta zorlanırız. Çünkü bu herhangi bir yaşam belirtisinin olmadığı bir evdir ama belki de bu yüzden de mutludur. Sanatçıya göre boş bir ev tartışmalardan, gerilimlerden uzak olacağı için mutlu bir evdir.
Bourgeois’nın yine birçok işlerinde ön planda olan bir diğer form “spiral”dir.  Spiral sürekliliği dile getirir ve ruhun sonsuzluğu ile özdeşleştirilir. Sanatçı tarafından 1970’lerde de yaratılan “spiral kadın” imgesi bedenin üzerine yerleştirilen kabuk benzeri bu form ile herhangi bir kimlik tanımlanmasına izin vermez. Kadın bedeni üzerine geçilen bu kıyafet ile nesneleştirilir, üzerinde farklı anlamların kurgulanabileceği bir “obje” olur. Bu bağlamda spiral kadın “ev kadınları”nı da anımsatır. Bu sergide “Siyah ve Mavilerin” şarkısı spiral formu kullandığı işlerinden biridir.

Batı ve Doğu mitolojilerinden oldukça beslenen sanatçının çizimlerinde de bu izleri görmek mümkündür. Yunan mitolojisinden esinlendiği yan kesici, çirkin kadınlar olarak betimlenen, kadın yüzüne ve kuş bedenine sahip karakterlerinden harpya’lar sanatçının bu sergide görebileceğimiz çizimlerinden biridir. Tabaklardaki yemekleri çalmalarıyla ünlü olan bu mitolojik karakter Bourgeois’nın çiziminde de bir tabağa yönelmektedir. Ancak yöneldiği tabaktaki yumurtalar belki de ondan çalınmış yumurtalarıdır. Böylelikle eril bakışın bir eleştirisini yapmaktadır. Kadınlardan çalınan yaşam, yaratım yeteneği, özgürlük hepsi bu çizim altında tartışılabilinir. Bir başka mitoloji konulu çizim “Karyatidler”dir. Mimaride kullanılan bu terim Yunanca’da Karyai’nin kızları anlamına gelir. Mimaride yapının taşıyıcı kolonları yerine kullanılan kadın heykelleridir. Efsaneye göre Karyai halkı Yunanlara karşı savaşmak için Perslere katılır. Yunanlar savaşı kazandıktan sonra şehirdeki tüm erkekleri öldürür, kadınları köle yapıp, ağır yükler taşımaya zorlarlar. Gelecek kuşaklar kazandıkları zaferleri daima hatırlasın diye de kamu binalarının kolonları bu köle kadın figürleriyle bezenir. Yine anatomi çalışmalarında gördüğümüz bol memeli çizimler Artemis heykellerini anımsatmaktadır.

Bu sergideki bir diğer önemli işi, sanat tarihinin önemli bir figürlerinden biri olan Aziz Sebastian’dır. Aziz Sebastian 3.yy’da Roma imparatorluğunun muhafızlarından biriyken gizlice Hıristiyan olup inançları yüzünden idam edilen Romalı bir şehittir. Vücuduna saplanan oklarla ölmeyen Sebastian ancak dövülerek öldürülür. Sanat tarihinde, erkek sanatçılar tarafından erkek bedeninin güzelliğini gösterebilmek için sıklıkla betimlenen bu aziz figürü, dini olduğu kadar da erotik bir figürdür. Rönesans edebiyat geleneğinde Sebastian homoseksüellerin kod adlarından biridir aynı zamanda. Yine Okların cinsel aşkla ilişkisi Cupid’in okçuluğuna dayanır. Ok aynı şekilde erkek cinselliğiyle ilişkilendirilir. Sanatçı da sanat tarihinin tüm bu klişelerine karşı azizi bir kadın olarak ele almıştır. Ayrıca bu kadın bedeni diğer aziz resimlerinde olduğu gibi kendine saplanan oklara karşı koymayan, teslim olan aziz figürlerinden biri değildir, hareket halindedir ve kaçmaktadır. Yine idealize edilmiş genç, güzel erkek bedeninin karşısında doğal, şişman bir kadın bedeni vardır.

Bourgeosi’nın sıklıkla işlediği bir diğer konu olan erkek-kadın ilişkileri bu sergideki işlerinde de görülmektedir. “Metamorfoz” adlı gravür serisinde özellikle babasının sevgilileriyle ev içinde yaşadığı aleni ilişkinin anılarını görebiliriz. Buradaki çizimlerden birisi “Yatakta Yedi Kişi” adlı bez bebek çalışmasına da öncü olmuştur. Yine çiftleri gülünç ve garip pozisyonlarda gösterdiği çizimleri de çocukluk döneminde tanık olduğu gayri meşru ilişkinin anılarına dayanarak oluşturduğu arzu, beden gibi bilinçaltı konularını işler ve bir şekilde bunlarla dalga geçer.

Günlük yaşamından sahnelerin yer aldığı otobiyografik gravür serisi, yataktaki çiftlerin dudaklara döndüğü gravürleri, quarantania portfolyosu serisi, “bu problemin şekli nedir?” litografi serisi görülmeyi bekleyen diğer çalışmalarıdır.

Modern olmadan çağdaş olmayı başaran bir sanatçı olan Louise Bourgeois sadece 20.yüzyılın değil 21. Yüzyılın da en önemli sanatçılarından biridir. Hiçbir zaman bir kadın sanatçı olarak anılmak istemez, bunu şöyle dile getirir: “…bir kadın olduğum için şu yaptıklarımı yapıyor değilim. Yaptıklarım içinden geçtiğim deneyimlerim nedeniyledir. Kadınlar ortak şeylere sahip oldukları için değil, yoksun oldukları şeyler yüzünden bir araya geldiler-aynı davranışlara maruz kaldıkları için…”Bir kadın sanatçı olarak algılanmak istemediği gibi bir Fransız ya da Amerikalı sanatçı olarak da anılmak istemez. Sadece sanatçı olarak anılmaktır dileği.

 “Heykel gerçek anlamda beni özgürleştiren tek şey”diyen sanatçıya göre nesnelerin içindeki ruhu bulmak, gizi çözmek ancak üç boyutlu işlerle olabilir. Resim bu yüzden yeterli değildir. Ama biz yine de onun gizini çözmek için çizimlerinin, gravürlerinden oluşan iki boyutlu işlerinin peşine düşelim.

Louise Bourgeois: Dünyadan Büyük sergisi 28 Kasım’a kadar Akbank Sanatta izleyicisini bekliyor olacak.

Kaynakça:
Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 2001, İstanbul, s.122
Fatmagül Berktay, Kadın Olmak, Yaşamak, Yazmak, İstanbul, Pencere Yayınları, 1998, s.10
Ilgın Veryeri, Louise Bourgeois’nın Sanatının Kronolojik Dönüşümü, Ç.Ü Sos. Bil. Der. Cilt 17, Sayı 3, 2008, s.1-16
Richard LEPPERT, Sanatta Anlamın Görüntüsü, 2002, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s.327
Selen Sarıoğlu, Bir Asrın Ötesinde: Bir ve Ötekiler Louise Bourgeois, r+ sanat, S.20, 2005, s.26-28
03.09.2015 Tarihli Louise Bourgeois: Dünyadan Büyük Sergi Konferansı Notları ( Jean Fremon-Prof: Hasan Bülent Kahraman)

Bu yazı 9 Ekim 2015’te Lebriz Sanal Dergi’de

12 Ekim 2015’te Kolajart’ta yayınlanmıştır.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder