Powered By Blogger

6 Ocak 2016 Çarşamba

“ÇIKIŞ VAR”

BARIŞTAN SÖZ EDEBİLMEK İÇİN BİR “ÇIKIŞ VAR”
Güler İnce

“Çıkış Var” sergisi içeriğine uygun olarak, sembolik anlamı yoğun bir günde, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde açıldı. Oysa barış umudunu hep diri tuttuğumuz ve yüksek sesle dile getirdiğimiz o güne buruk girdik. Çünkü buraların uzağında bir yerlerde savaşlar devam ediyordu. Üstelik bu savaşlarda sadece çatışan taraflar değil çocuklar, kadınlar, sağlık çalışanları da hayatlarını kaybediyordu. Savaşın bile hiç değilse kuralına uygun sürmesini isteyecek duruma düştüğümüz bu dönemin karamsarlığında açıldı sergi. Diyarbakır’da yaşayan, güncel sanat alanında işler üreten sanatçı Şener Özmen, tüm bu savaş ve kaos ortamından bir çıkışın mümkün olup olmadığını ironik ama aynı zamanda hüzünlü bir dille buradakilere, buranın vicdanına anlatmaya çalışmakta. Çünkü barış söylemi ve bir çıkışın olabileceği düşüncesi hep onun bulunduğu yerden geliyor yani Batı’nın uzağında olan bir coğrafyadan.

Her yerde sergiler, bienaller, açılışlar, konferanslar sürerken ve onları takip etmeye çalışırken bir yandan da gündemi takip ettiğimiz Eylül ayı yoğunluğu. Yakılan binalar, linç edilen insanlar, abluka altındaki şehirler, sokağa çıkma yasakları, konuşma yasakları, basın yasakları, ölümler, ama en çok da çocuk ölümleri, güvercinlerin ölümü, yani barışın ölümü… Karmakarışık bir dünyada oradan oraya sürüklenme durumu. “Peki, buradan bir çıkış var mı?” diye düşünürken kendimi Sıraselviler’deki Pilot Galeri’nin kapısında buldum. Küçük bir sergi mekanının az sayıda işle nasıl da dolu dolu olabileceğini gördüm.

Galeri merdivenlerinden ilk indiğinde ziyaretçiyi, sanatçının aydınlatılmış bir mektubu karşılaşıyor. Bu mektup yine benzer karanlık günlerde kaleme alınmış, 6-7 Ekim Kobani olaylarında.  Mektup İstanbul’da bir oturuma davet edilen sanatçının niçin gitmek zorunda olduğunu oğlu Robin’e anlatma çabasıyla başlıyor. Olayların yoğunlaşması nedeniyle havaalanına ulaşamayan sanatçı bu defa da neden oturuma katılamayacağını davet eden dostlarına anlatmaya çalışıyor.

Mektuptan sonra karşı duvarda “Kurşun Üçlemesi” yer alıyor. Dökülmüş üç kurşun ve altlarında üç ayrı dilde metin var. Kurşunlardan biri dünya (İngilizce)  biri barut fıçısına dönüşmüş Ortadoğu (Türkçe) ve bir diğeri ise “ana dil”i (Kürtçe) için dökülmüş. Metinlerdeki dualar, üzerlerindeki nazarlardan, kem gözlerden kurtulmalarını sağlayacak. Her tarafın silahlardan çıkan kurşunlarla cehenneme döndüğü bir ortama karşılık sanatçı da kurşun döküp, umut diliyor.
Ana dil için döktüğü kurşunun altında şunlar yazıyor: “…sana göz değmiş ey dil! Sana nazar değmiş, bunun için böyle sağır, dilsiz ve zavallısın”



Kurşunların karşısındaki duvarda bakıra dövülmüş Şahmaran figürü karşılıyor izleyiciyi. Şahmaran Ortadoğu, Anadolu mitolojisinin önemli bir figürü. Bölgeden bölgeye farklılık gösteren masalların kiminde erkek kiminde kadındır Şahmaran. Ama hepsinde ihanete uğrayan ve ihanet yüzünden ölen bilge bir figürdür. Burada sanatçı Şahmaran figürüne kendi yüzünü yerleştirmiş. Etrafındaki kurşundan bir çember içine sıkışmıştır.


“Yok Ülke” hemen “Kurşun Üçlemesi”nin yan duvarında yer alıyor. Halıya işlenmiş bir dünya haritası görülüyor ancak bildiğimiz dünya haritalarından farklı, yeniden oluşturulmuş bir harita söz konusu olan. Haritalandırmak, sınırlar çizmek yayılmacı düşüncenin politik ürünüdür. Bunun alternatifi haritalamaktır ve alternatif anlamlandırma düzenekleri geliştirir. Sosyo-coğrafya araştırmalarında bireylerin sabit kimlikleri olmadığı, yere, zamana ve sosyal ilişkilere göre değiştiği göz önüne alınarak, bu çoklu kimlikleri mekana göre tanımlama, haritalamanın konularından biridir. Sanatçı da gerçekleştirdiği haritalandırmayla sınır, ülke, ulus kavramının yerle bağlantısını sorguluyor. Tabi yine her şekilde haritalarda adları geçmeyen halkların“yok ülke” leri bu haritada da yok.

Orta yerde bir“Tribod” betona saplanmış, hareket edemez bir şekilde duruyor. Sanatçı daha önceki videolarındaki kamerasal ve çevresel titremelere, sabitlenemeyen tripodlarına yönelik eleştirilere betona saplanmış, sabitlenmiş tripotuyla cevap veriyor sanki.
Tripod’tan “İkarus’un Düşüşü” adlı videoya geçiyoruz. Hareketsizlikten harekete. Bu videoda öncelikle Peter Bruegel’in “İkarus’un Düşüşü” adlı tablosunu görüyoruz. İkarus balmumuyla sabitlenmiş kanatlarıyla göğe yükselip güneşe yaklaşır ancak balmumu erir ve İkarus düşer. Bruegel tablosunda sadece İkarus’un suya düşmüş ve boğulmak üzere olduğu anı resmeder. Deniz kenarında güzel bir manzarada İkarus denize düşmüştür ama bu düşüşü etrafındakiler hatta resme bakan izleyici tarafından bile fark edilmemektedir. Tarlasını süren çiftçi, sürüsünü güden çoban, ağını denize atan bir balıkçı resmin ana merkezinde yer alır. Yanı başlarındaki ölüme rağmen insanlar günlük rutinleri içinde yaşamaya devam etmektedirler. Resim görselinin hemen ardından sanatçıyı küçük bir havuzun kenarında oturmuş görürüz ve bir anda kendini suya bırakır, İkarus’un düşüşünü temsil eder bu düşüş. Bu çalışmayla sanatçı çatışmalara, savaşa, göçlere, ölümlere yönelik insanın vurdumduymazlığını eleştiriyor. Bir yerlerde insanlar ölürken, yaşam devam eder başka yerde ve ölüleri kimse görmez.

“Yapışık-diptik” adlı çalışması iktidar mekanizmasının her şeyin üstünde oluşunu, anılara, geçmişe bile el koyabilme gücünü sorgular. “Devletle yapışık geliyorsun dünyaya, senin olan, aynı zamanda onundur,” demektedir sanatçı. Evlerine yapılan bir baskın sırasında polisin çocukluk fotoğraflarına el koyması ve çocukluğuna dair tek fotoğrafının Almanya’daki arkadaşının gönderdiği bir siyah beyaz fotoğraf olması her şeyi yeterince anlatmakta.

“Canlı Bir Güvercine Barış Nasıl Anlatılır?” adlı videonun karşısındayım. Aklıma Joseph Beuyhs’un 1965 tarihli “Ölü Bir Tavşana Tabloları Nasıl Açıklamalı?” adlı işi geliyor. “ölü bir hayvan bile inatçılık, kertesinde akla bağlı insanlardan çok daha fazla sezgi gücüne sahiptir”  der Beuyhs bu işinde. Belki de ölü bir tavşana resimleri anlatmak canlı bir güvercine barışı anlatmaktan daha kolaydır. Ama hepsinden zor olanı barışı insanlara anlatabilmek. Özellikle de güvercinler bile vuruluyorken bu ülkede…

Videoda sanatçı, suskun ve sadece bakışlarıyla ekranda bir görünüp bir kaybolan beyaz bir güvercini izliyor. Sanatçının belki de iç sesi olan bir çocuk sesi -ki barışa bu günlerde en çok ihtiyaç duyanlar çocuklar, çünkü en çok çocukları kurban veriyoruz bu savaşa- aynı zamanda sanatçının oğlu olan Robîn’in sesi ilk cümlesini söylüyor: “açıkçası sevgili beyaz güvercin barışı pek itibar görmeyen hayatımız cehenneme dönmeden önce konuşmalıydık, şimdi değil”

 Metnin dili Türkçe, çünkü buraya, buradakilerin vicdanına, onların dilinden seslenmek istemiş sanatçı. Çünkü savaş her gün televizyonlardan gazetelerden bu dilde veriliyor. Çünkü barış diyenler başka bir dilde konuştuklarında kimse onlara kulak vermiyor.

Salıvereceğim seni sevgili beyaz güvercin, siyaseten değil. Bunca beyaz güvercinin yaşadığı bir coğrafyada barıştan söz edemediğimiz için” diyerek son buluyor video.

“Barış” sözünü sarf edenin her türlü haksızlığa uğradığı bu günlerde Şener Özmen yaptığı işlerle barıştan söz ediyor, onu duymak istemeyenler inat sesini ulaştırmaya çalışmaksa bizlere düşüyor.




 Bu yazı 5 Ekim 2015 Tarihinde Kolajart’ta yayınlanmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder