Powered By Blogger

28 Haziran 2013 Cuma

SANAT, KADIN VE CANAN ŞENOL...


      

             


Sanat, kadın ve Canan Şenol...
Feminist sanatçı Canan Şenol, Bienal’deki “Çeşme” ve “İbretnuma” adlı işlerinde yine sözünü esirgemiyor.

Bienal, çeşitli sergiler ve sanatsal etkinlikleriyle dolu bir Sonbaharı yarıladı İstanbul. Bu etkinlikler içinde en çok tartışılanı ise her dönem olduğu gibi bienaldi. Bienalin küratörleri, kavramsal çerçevesi, sponsorları tartışıladursun biz bu tartışmalardan uzakta, işleri Bienalde Antrepo No.3’te sergilenen; Türkiye’de oldukça cesur işlere imza atan, feminist sanatçı olduğunu her fırsatta dile getiren Canan Şenol’la konuştuk.

 -Bienale “Çeşme” ve “İbretnuma”adlı işlerinizle katıldınız. “Çeşme” de Marcel Duchamp’ın ve Bruce Nauman’ın “Çeşme” adlı işlerine gönderme yapıyorsunuz. Feminist bakış açısıyla onların işlerini olumsuzlayarak, işinizde öne çıkardığınız noktalar neler?
Çeşme, doğum sonrası gerçekleştirdiğim; yaşamın kaynağı olarak kadın bedenini işaret ettiğim bir video çalışması. O dönemler bebeğimi emzirirken gerçekten de kendimi bir çeşme gibi hissediyordum. Doğurganlığa tanıklık ettiğim bu süreç işime de yansıdı. Ama tabi batılı eril sanata da bir gönderme var. Sanat tarihinde üretilmiş birçok aynı adlı iş, bu anlamda eril bir bakış açısı ile üretilirken, beden sıvılarına da işaret ediyor. “Çeşme” bu alana feminist bakış açısı ile bir cevap. Sanat tarihindeki kadın arzu nesnesi ya da kutsal anne imgesi üzerinden tasvir edilir. Mekanik bir görüntüye sahip olan ve sürekli damlayan çeşme görünümündeki meme, kadın bedenini arzu nesnesi olmaktan çıkarıyor. Klişeleşmiş fedakâr anne imgesini de yok etme niyetiyle memeyi, bedenden ayırıp bu imgeyi kırıyorum.
—Bienalde en kalabalık izlenen çalışma animasyon videonuz, “İbretnuma”ydı. Bunu masalsı diline mi, yoksa anlatılan öyküye mi bağlıyorsunuz?
Öncelikle samimi olmasına bağlıyorum. Herkesin bildiği ama dile getirilmeyen ve çoğumuzun özel yaşamından kesitler sunan bir ayna vazifesi taşıyor. Elbette masalsı olması da izlenirliğini genişletiyor. Videoda, hayallerinde bile kendi olamayan bir kadın görülüyor. Bu video ile bir sistem tanımı yapıyorum. Tüm iktidar alanlarının bir yaptırım gücü var kadının özel hayatında. Aile, devlet, toplum, din. Sistem bireyleri normalleştirerek kontrol altına alırken, kontrol altına alamadıklarını önce dışlıyor, sonra yaptırım uyguluyor. Anne bunu biliyor, kızından sistemin tanımladığı şekilde bir iktidar alanında oynamasını istiyor.
—Yıllardır feminist bir konumda, toplumsal iktidar ve kadın bedeni arasındaki ilişki üzerine işler üretiyorsunuz. Cinsiyet, feminist sanatın tek teması mı?
Sadece cinsiyetçiliğe değil, her türlü yerleşik ideolojiye, ayrımcılığa, ırkçılığa, militarizme karşı olmadığı sürece bir kadın hareketini feminist olarak tanımlamak mümkün değildir. Kendini feminist sanatçı olarak tanımlayan biri bu duyarlılıkla üretmeli. Bununla beraber antimilitarizmle ilgili bir yapıtı, feminist bir sanatçı üretti diye “feminist sanat” içinde değerlendirilemez. Sanatçının, yapıtı üzerinden tanım yapması yerine belirlediği konum üzerinden tanımını yapması, buradaki karışıklığı önleyebilir.
—Önemli feminist sanatçılardan Judy Chicago kadınların önce erkeklerin sanatını taklit ettiklerini sonra kendi formlarını keşfettiklerini söyler. Sizde de böyle mi gelişti?
Açıkçası bizim kuşak sanat eğitimi alırken sanat yapıtlarını doğrudan izleme, gündemi takip etme şansına sahip değildi. Bu anlamda aydınlanmamız bienallerle oldu. Ben bu konuda eril bir sanatın taklitçiliğinden çok, batılı bir sanatın taklitçiliği ile başladığımı söyleyebilirim. Elbette bu taklitçilik bilinçli değildi, farkına varmadan hafızaya yerleşmiş, öğrenilen bir şeydi. Var olan üretimleri kritik etmeye başladığımda, kendi formlarımı keşfettim. Bu keşif hala sürüyor.
—İşlerinizin çoğunda bedeninizi kullanıyor, soyunuyorsunuz. Kadınların cinselliklerinden utandıkları bir ülkede bu zor olmuyor mu?
 Toplumsal cinsiyet üzerine işler üreten bir sanatçı için beden kullanımı kaçınılmaz. Bedenim bir sanat malzemesi, dolayısıyla sınırlar getiremem. Bu örtünmeye de tekabül edebilir, soyunmaya da. İkisi içinde olumlu ve olumsuz tepkiler alıyorum. Bazen bedeni kullanmaktan, bazen içeriğinin politik olmasından dolayı maille, telefonla ürkütücü tacizlere maruz kalabiliyorum. En çirkini sanırım politik olarak uyuşmayan birinin, bedenime ya da cinselliğime saldırıda bulunması. Bunlar göze alınan riskler ve bir şekilde bedeli ödeniyor.
—“Hicap” çalışmanızda, Adnan Çoker’in sergisine başörtüsüyle katıldığınız performansınızda başörtüsünü desteklediğiniz yönünde suçlandınız. Yanlış mı anlaşıldınız?
Bu işleri, kadın bedeninin siyasetten ekonomiye kadar her alanda bir araç olarak kullanılmasıyla alakalı olarak üretmiştim. Türkiye modernizmi inşa sürecini “surete” çeki düzen verme üzerinden gerçekleştirdi ve bunu kadın bedeni üzerinden yaptı. Şimdi de muhafazakârlık ve laiklik kavramları altında kadın sureti üzerinden iktidar kavgası sürüyor. Bu tüm dünyada yaşanıyor. Batı doğuyu işgale yeltenirken çarşaflı kadın imgesinden yola çıkıyor, doğu batıyı eleştirirken çıplak kadın imgesine saldırıyor. Tüketim mekanizmaları yine kadın bedeni üzerinden ekonomisini güçlendiriyor. Bu anlamda başörtüsünü desteklemekle suçluyorlarsa beni, haklı olduklarını söylemeliyim. Mini etekli bir kadının cinsel tahrik nesnesi haline gelmesini nasıl eleştiriyorsam, başörtülü kadının da siyasi bir tahrik nesnesi haline gelmesine karşıyım.
—Sonraki hedefleriniz, projeleriniz neler?
Hedefim elbette her ürettiğim yapıt ile bir öncekini aşmak. Projelere gelince, 21 Ocak’ta Galeri Xist’de kişisel sergim açılacak. Bir de, yeni bir video masal kurgulanmayı bekliyor.

Güler İnce
Bu röportaj 25 Ekim 2009 tarihli Radikal İki’de yayınlanmıştır.




http://www.radikal.com.tr/radikal2/sanat_kadin_ve_canan_senol-960793
resim için:   http://11b.iksv.org/sanatcilar.asp?sid=61

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder