Powered By Blogger

29 Haziran 2013 Cumartesi

ERKEKLERİN “MUSE” LERİ KADINLAR

ERKEKLERİN “MUSE” LERİ KADINLAR

 “Bir şiir ya da dizedeki güzellik sınırlıysa onu daha güzelleştirmek, gerekli ve doğru olmadığı gibi, kolay da değildir… Yoksa şiir, fazla boyalı bir rüküş kadına döner. Ve o şiir olmaktan çıkar. Tersine, şiir güzelken siz çirkin çevirmişseniz, o zaman da –ihanetten başka- bir beceriksizlik, bilgisizlik ve zevksizlik söz konusu olur...”  
Türk Dil Kurumu çeviri ödülü sahibi Hüseyin Demirhan’ın bir huzur evinde ölümünden sonra, daha önce yayımlandığı halde bir türlü tamamlanmadığı hissiyle üzerinde çalıştığı “Elsa’nın Gözleri” son haliyle geçtiğimiz aylarda, Kırmızı Yayınlarından çıkarak okuyucuyla buluştu. Üzerinde bu kadar çalışılan bir çeviri olmasının yanı sıra, üzerinde çok konuşulan bir aşkın şiire dönüşümüdür “Elsa’nın Gözleri”




 “Öyle derin ki gözlerin içmeye eğilince
 Yansıdığını gördüm orda tüm güneşlerin
 Oraya sığınışını bütün ümitsizlerin
             Öyle derin ki belleğim kayboldu içlerinde”

Peki, Aragon’un bu güzel dizeleriyle seslendiği kadın Elsa Triolet kimdir? Yalnız güzel gözlerine şairlerin aşk şiirleri yazdıkları bir kadın mı, yoksa yazdığı romanlarla hak ettiği değere ulaşamamış bir yazar mı?
Sanat ve edebiyat tarihinde kimi zaman yağlıboya bir tabloda hayranlıkla kendilerini seyrettiğimiz, kimi zaman gözlerine yazılan şiirleri okuduğumuz ve böylelikle tanıdığımız, sanatçıların ve ozanların muse’leri (esin perisi) kadınlar vardır. O kadınlar ki sanat ve edebiyat tarihinde sevgililerine ilham kaynağı oldukları için çok önemlidirler. Ama bazı kadınlar da vardır ki,  kendileri de birer sanatçı oldukları halde hep sevgililerinin ve sevgilerinin gölgesinde kalmaya mahkum edilmişlerdir.
Bunlardan heykeltıraş Camille Claudel’ın yaratıcı dehası, o bir akıl hastanesinde ölüme terkedildikten yıllar sonra fark edilmiştir. Ünlü heykeltıraş Rodin ile yaşadığı aşk ve onun bir kadın sanatçı olarak yaşadığı ızdırap, yaşamöyküsünü anlatan kitap ve film sayesinde artık birçok kimse tarafından bilinmektedir.
 Camille ile aynı kaderi paylaşan Gwen John’un keşfedilişi ise kardeşi Augustus John, sevgilisi Auguste Rodin’le bağlantılı olmuştur. Resimlerinde güçlü duygusal tepkiler görülen John, 1904’te Rodin’e modellik yapar ve onun sevgilisi olur. Bu ilişki döneminde kendini “küçük bir ıstırap ve arzu parçası” olarak gören ressam sonrasında resimden soğur ve fırçayı bırakır.
Marie Laurencin ise şair Apollinaire’nin sevgilisidir. Apollinaire onun “kadınsı sanatı önemli bir konuma” getirdiğini söyler. Ama aslında Laurencin, sürralistler için Henri Rousseau’nun, “Ozanı Esinleyen Müz” adlı resminde olduğu gibi sadece Apollinaire’nin esin perisidir. Apollinaire “Alkol” ve “Epigramme'lar”daki şiirlerin birçoğunu Marie Laurencin için yazar. Picasso’nun yapıtlarını oldukça beğendiği bir ressam olmasına rağmen Marie Laurencin hala birçokları için Apollinaire’nin şiirlerine bir dönem konu olmuş bir kadından başkası değildir.
Elsa Triolet ise, 1896 yılında Moskova’da doğar. Moskova Mimari Akademisini bitirir. Şiiri çok seven Elsa henüz lise yıllarında genç bir kızken, o dönemler kimse tarafından tanınmayan Rus ozan Vladimir Mayakovski’yle tanışır. Kendisini sürekli evinde ziyaret eden Mayakovski’yle ilişkileri, Mayakovski’yi 1915’te ablası ile tanıştırana kadar sürer. Mayakosvki Lili Brik’e ölümüne dek bağlanınca, Elsa büyük aşkını kaybeder. Elsa o dönemlerde Mayakovski’ye yazdığı mektuplarda duygularını şöyle dile getirir:
“Gönül işlerim hep eskisi gibi: benim sevdiğim beni sevmiyor ya da tersi. Bu durumun değişeceğine yönelik hiç ümidim kalmadı, ama önemli değil.”
            Tüm olanlara rağmen Mayakovski ve ablası Lili’ye olan bağlılığını sürdüren Elsa o dönem Rusya’da bulunan Fransız subay Andre Triolet ile evlenerek Fransa’ya yerleşir. Bu evlilik belki de onun yaşadığı acıdan, Mayakovski’den, Lili’den kaçışıdır. Ama Elsa bir türlü mutlu olamaz ve Triolet’ten boşanır. Bu dönem Mayakovski’nin şiirlerini, oyunlarını Fransızcaya çevirir. Şairin Paris gezilerinde ona eşlik eder ve tercümanlık yapar. 1920 yılında Tahiti'ye yaptığı seyahati mektuplarla, arkadaşı Victor Shklovsky'ye yazınca, Shklovsky bu mektupları Maksim Gorki'ye gösterir. Gorki mektupların sahibinin yazarlığı düşünmesi gerektiğini söyler. Böylece Elsa’nın yazarlık serüveni başlar.1925’te bu mektupları temel alarak yazdığı kitabı yayımlanır.
Elsa 1928’de sürrealist akımın önemli şairlerinden biri olan Louis Aragon ile tanışarak evlenen Elsa, “Tarih bize birer şair reva gördü” sözlerini kendisi ve ablası için söylemiştir. Artık o Aragon’un şiirlerinin ana temasıdır. Aragon'u Fransız Komünist Partisine girmesi konusunda etkiler ve beraber Fransız anti-faşist hareketinde görev alırlar. Elsa, Aragon’u Rus edebiyatı ile tanıştırarak, onun şiirlerinde yeni anlatım olanaklarına kavuşmasını sağlarken, kendisi de yazmaya devam eder. Alman işgali sırasında, 1943'te yayınlanan “Beyaz At” adlı romanı, büyük beğeniyle karşılanır.1944’te Fransız edebiyatının en önemli ödülü olan Goncourt ödülünü “Yırtılmış Çuha 200 Frank Eder” romanıyla alır. “Dağ Çileği” adlı romanlaştırılmış otobiyografisi, “Avinyon Aşıkları”  “Şeftali Ağacı Altına Gömülmüş Defterler” hikayeleri savaş yılları Fransa’sını tasvir eder. “Mahrem Yazıları”, kendi yaşamından kesitler sunar.
Çehov’un oyunlarını Fransızca’ya çevirir. “Gün Doğarken Bülbül Susar” adlı son romanında büyük ölçüde kendini ve ölümünü tasvir eder. Romanında yaşamının sonuna geldiğinin bilinciyle, kendi kendisiyle ve belli dönemlerde yaşamını paylaştığı insanlarla hesaplaşmaktır. Elsa 1970 yılında ölür. Ölümünden sonra söylenenlere göre Aragon onun çekmecelerini boşaltırken Elsa’ya aşık olan erkeklerin adlarının yazılı olduğu bir liste bulur ve ölümüne dek Elsa’nın kendisini aldatmış olabileceği düşüncesiyle yaşar. Aragon Elsa’nın yanına, evlerinin bahçesindeki asırlık bir ağacın dibine gömülür. Elsa’nın romanından alınan mezar taşı üzerindeki şu sözleri ise onu bu noktada suçlayanlara belki de en iyi cevaptır:

“Ölüler savunmasızdır. Ama ümit ediyoruz ki kitaplarımız bizi savunacak.”
                 
  GÜLER İNCE
           
11 Ocak 2010 tarihli Günlük gazetesinde yayınlanmıştır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder